Tarih adını verdiğimiz şahsına
münhasır zaman dilimi ve geleceğin müstakbel tarihinden hatırlarda mavi birer
boncuk bırakan, bırakacak olan ''tabir-î caiz'' insanlar. Yaşadıkları dönemden
fersah fersah uzakta bile konu oldukları dinletilerde dilleri saygıyla döndürenler.
Sözgelimi, birine Johann Sebastian Bach, birine Mevlâna, bir diğerine Marie Curie diyelim. Bizlere yeni bir bakış ve ilham kazandıran insanlar, çoğunlukla birbirine taban tabana zıt karakterler
aslına bakarsanız. Peki, dünyamızda ya da uzayda kesiştikleri ve ardından belki
de hızlıca ayrıldıkları bir nokta olmalı mı dersiniz?
Şahsi bakış açım; bahsi geçen,
merakları cezbeden bu zatların uğratıldıkları toz pembe ihanetleri,
sırtlarındaki özenle bilenmiş bıçakları, üzeri kusursuzca örtülmüş o zirvedeki
acıları içselleştirebilmiş insanlar oldukları yönünde. Tam bu noktada şuursuzca aranmış
mutluluklardan ziyade yüzleşilmiş makus talihler söz konusu. Anılarla dolup
taşan rutubetli bir odayı solur gibi yaşamaları, kaçmaksızın heybelerinde
taşıdıkları tecrübeleri. Peki ya mutluluk? Mutluluk, düşünebilen bir varlığa
işlevsellik kazandıramayacak bir yanılgıdan ibaretken, onlar bizlerin
düşünmekten kaçtığı ve unutulmaya terk ettiği tüm istenmeyenlerin de yalnızca anlamak ve anlamlandırabilmek için
üzerini açık bırakmış. Yalnızca görebilmek ve anlayabilmek, fakat asla zevki
yahut acıyı bir kez daha tadabilmek için değil. Sadece gerçek olanı ve apaçık
karşılarında duranı görebilmek için fizyolojik yeterliliklerini aşmış,
tinsel duyularını da dahil etmiş bazıları. Acılarına esir olmadan onları kendi varlıklarına
hapsedebilmiş ve faydalı birer deneyim haline getirmeyi başarmışlar.
Bu kusursuz aktiflik karşısında
mutluluk, kişinin sadece ellerini açıp medet umabileceği bir süper güç değil
midir? Bel bağladığımız bu güce ne sahip olabiliriz, ne de bizi yarı yolda
bırakacağı günü kestirip önüne geçebiliriz. Pembe panjurlu, mavi duvarları olan
L tipi bir cezaevine benzetirim mutluluk kavramını. Bir gün mutlaka, o hayran
olunan boyaları dökülür. Görmeye alışık olmadığımız, köşe bucak saklandığımız
gerçeklik; soluk kiremit rengi ve özensizce sıvanmış yapısıyla bir şekilde
ortaya çıkar. Sahibine hoşnutluk veren renklerden mutlaka intikamını alır
istenmeyen soğuk duvarlar. Mutsuzluk ve acılar, bir gün mutlaka yanılgılardan
ve unutulmuşluklarından intikamını alır.
Şimdi görebildiğim uçsuz bucaksız
bir mavi gökyüzü ve ürküten yabani yeşillik. Burada, hayal ettiğim o pembe
panjurları aradımsa da bulamadım. Payıma düşenlerle yolun sonu saf gerçeklik, ayaklarıma batan sivri çakıl taşlarıyla birlikte. Soyulmuş ve dökülmüş
o mavi boyalar, ilham veren bir mavi gökyüzü bıraktı. Bu
lanet sivri çakıl taşları ayaklarıma hep batacak ve bana ilk evimin rutubetini
anımsatacak. İşte bu yüzden beni sadece bu sivri çakıl taşları hiçbir zaman
hayal kırıklığına uğratmayacak.
Mut: Yaklaşık iki avuç tahılı içine alan ölçek.
Yorumlar
Yorum Gönder